Haberler

Sağlıklı Beslenmenin Püf Noktaları

Bir süpermarkete girdiğimizde binlerce yiyecekle karşılaşırız. Hepsi de en güzel elbiselerini giyip bize kavuşmayı beklerler. Renkler, yazılar, raflardaki konum ve reklâmlar hepimizi etkiler, özellikle de reklâmların karşısında yemek yedirmeye çalıştığımız çocuklarımızı büyüler.

Son yıllarda hayran olduğumuz sporcular, sanatkârlar ve diğer medyatik insanlar da bilerek veya bilmeyerek bu tür reklâmlarla topluma zarar vermektedirler.

Son yüzyılda artan hastalıkları incelediğimizde, göze çarpan en önemli özellik sessiz ve yıkıcı olmalarıdır. 19. yüzyılda hastalıklar ateşli ve bulaşıcı idi. Son yıllardaki hastalıklar da sanki bulaşıcı hastalıkmış gibi hızla artıyor. Şişmanlık, diyabet, kalp- damar hastalıkları, otizm, hiperaktivite, dikkat dağınıklığı, MS, Alzheimer, Parkinson gibi sinir sistemi hastalıkları, romatizmal hastalıklar, alerjik hastalıklar, gastrit, ülser, reflü, karaciğer yağlanması, kabızlık gibi sindirim sitemi hastalıkları, katarakt, miyopluk ve glokom gibi göz hastalıkları ve kanserler adeta bir yanardağ patlaması gibi bütün insanları etkiliyor.

Yağmur ormanlarında medeniyetten uzak, milyonlarca yıl önceki atalarımız gibi avcılık ve toplayıcılıkla yaşayan, av eti, sebze ve meyve ile beslenen insanların yukarıdaki hastalıklardan uzak olması çok dikkat çekicidir.

Pasifik Adalarında geleneksel gıdalarla beslenen çocuklarda miyopluk % 1 oranında iken, Batı Medeniyeti’nin sunduğu gıdalarla tanıştıktan sonra % 50’lere varması tesadüf değildir.

Okinawa Adası, Kafkasya, Tibet, Girit ve Peru gibi farklı coğrafyalarda sağlıklı ve uzun yaşayan insanların ortak noktası kan şekerini fazla yükseltmeyen gıdalarla beslenmeleridir.

Et, sebze ve az sekerli meyveler milyonlarca yıldan beri genlerimizin alışık olduğu yiyeceklerdir. Atalarımızın tarım dönemini başlatmasından sonra yani yaklaşık sekiz bin yıldan beri soframıza gelen işlenmemiş tahıl ve bakliyatlar gıdalarımızı çeşitlendirdi ve açlıktan ölmeyi engelledi.

Ancak 200 yıl önce şeker’in bulunması, 100 yıldan beri buğday ve pirincin kepeğinden ayrılması, son yıllarda unu beyazlatmak için zehirli maddelerin kullanılması, omega-6’ dan zengin ayçiçeği, mısırözü, soya ve margarin gibi yağların aşırı tüketilmesi ve gıdaların raf ömrünü uzatan koruyucu maddeler sağlığımızın hızla bozulmasına sebep oldu.

Dünya nüfusunun artması ile açlığa çare olarak yetiştirilen tahıl ve bakliyatlar artık insanların sürünerek ölmesine sebep olan endüstriyel hastalık ajanları oldular. Kimi genlerini değiştirdi, birçokları zararlı yağlar ve MSG gibi bağımlılık yapan maddelerle kanımıza girdi, bazıları fındık kadar iken ceviz büyüklüğüne ulaştı. Sebze ve meyvelerdeki bu değişiklik insanlara da yansıdı, kimileri zamanından önce adet gördü, bazıları çok uzadı ve çoğu da şişmanladı.

Yanardağ patlaması, yangın, sel ve deprem gibi doğal afetler yaşamımızı çok olumsuz etkileyen felaketlerdir, can ve mal kaybına sebep olurlar. Buna rağmen reklâm bombardımanları kadar her eve zarar veremezler. Yukarıda belirttiğimiz hastalıklardan birine yakalanmamış bir çekirdek aile varsa gerçekten gönülden kutlamak gerekir.

Sağlıklı beslenme çok kolay ve basit olduğu halde televizyonlarda bu işi bildiğini iddia edenler sayesinde bir hayli karmaşık bilmece haline dönüşüyor. Aslında vücudumuzun dışarıdan alması elzem olan maddeler çok fazla ve karışık değil. 2 yağ asidi, 8 amino asit, 12 vitamin, 14 mineral, eser elementler, karetenoidler, bioflavonoidler ve liflerdir. Muhteşem bir makine olan vücudumuz bu maddelerden onbinlerce değişik yapıda gerekli proteinler, yağlar, enzimler, hormonlar, kan ve bağışıklık sistemi elemanlarını üretir. Vücudumuz bunları yaparken ihtiyacı olan maddeler; sebze, et, yumurta, meyve, kefir, ev yoğurdu, peynir, kuruyemiş, zeytinyağı, tereyağı, işlenmemiş tahıl ve bakliyattır.

Et grubundan kuzu eti en sağlıklı olanıdır.

Balık, son yıllarda cıva içerdiği için daha az tüketilmelidir özellikle hamilelerin büyük balıkları yememesi gerekir.

Organik yumurtayı, her yaştaki insan her gün yemelidir.

Sebzeler; zamanında doğal yöntemlerle yetiştirilen sebzelerin yarısı çiğ olarak yenmeli.

Meyveler; en fazla 2 porsiyon tüketilmelidir. Diyabetlilerin meyve yemesi uygun değildir.

Süt; insanlar için uygun bir besin olmadığı halde kalsiyum kaynağı olarak haksız bir şöhrete sahiptir. Sütteki kalsiyum ve fosfor oranı eşit olduğu için insanlar kalsiyumdan faydalanamaz. Atalarımız sütü sindiren enzimin iki yaşından sonra vücudumuzdan kaybolduğunu anlamışlar, 2 bakteri ile yoğurt ve 77 bakteri ve mantarla kefir yapmışlar.

Kefir’deki faydalı bakteriler yani probiyotikler, bağırsak geçirgenliğini azaltırlar ve zararlı mikropların, sindirilmemiş gıdaların, çeşitli toksinlerin dolaşıma karışmasına engel olurlar.

İçerdikleri çift zincirli aminoasitlerle kasları güçlendirirler.

K ve B grubu vitaminlerin üretimini arttırırlar, İnterferon yapımı ile bağışıklık sistemini güçlendirirler.

Sindirime yardım ederler ve alerjik hastalıkları önlerler.

Loğusalık depresyonunu, MS ve Otizm bulgularını hafifletirler.

Antibiyotik ve bazı ilaçlarla sayıları azalan probiyotikleri takviye ederler ve kanser gelişimine engel olurlar.

Zeytinyağı ve tereyağı diğer yağlara tercih edilmelidir.

Meyveler, işlenmemiş tahıl ve bakliyatlar kan şekerini aşırı yükseltirler. Sebze, et, yumurta, kefir ve ev yoğurduna göre daha az tüketilmelidir.

Kısaca sebze, et, kefir, ev yoğurdu, meyve ve daha az olmak üzere işlenmemiş tahıl ve bakliyatla beslenen insanlar değişik bölgelerde yaşadıkları halde sağlıklı ve uzun ömürlü olabiliyorlar. Okinawa’daki ve Girit’teki balığın yerini Kafkasya’da kuzu eti alıyor.

Eskittiğimiz ve çok kirlettiğimiz dünyamızda doğal yollarla beslenerek tam anlamıyla sağlıklı olabilmemiz de gittikçe imkânsızlaşıyor. Asitli gübreler, böcek ilaçları, hormonlar ve ağır metaller soluduğumuz havayı, toprağı, suları ve yiyecekleri zehirliyor.

Yukarıda özetlediğimiz gıdaların organik olanlarını seçmek, arıtılmış ve mineral ilave edilmiş su içmek, bilmeden aldığımız ağır metalleri kefir, sarımsak ve soğanla temizlemek bir çözüm olabilir.

Balıklardan almamız gereken Omega-3 yağ asit’i bebeğin anne karnında sağlıklı gelişmesini sağlayan en önemli besleyicidir. Bebeğin göz ve sinir sisteminden sorumludur.

Daha ileriki yıllarda alerjik hastalıklar, kalp- damar hastalıkları, otizm, hiperaktivite, dikkat dağınıklığı, MS gibi sinir hastalıkları, romatizmal hastalıklar ve birçok yıkıcı hastalıklara karşı korur.

Sağlıklı beslenmeye ilave olarak Omega-3, her yaş için alınması gereken en önemli gıda takviyesidir.

Sevgiler, Dr.Emin Mindan

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir